Biraz çetrefilli yollarda küçük bir yön kaybıyla üç beş haneli Mello köyü üzerinden ulaştığımız Göbeklitepe'ye girmek yasak. Çünkü daha açılmadı...
Şanlıurfa'ya 15 km uzaklıkta olan bu arkeolojik site üzerinde yapılan çalışmalarda ortaya çıkan sonuç çok şaşırtıcı. Her biri 40-60 bin ton ağırlığında 'T' şeklinde heykellerle dolu olduğu söyleniyor.
Bu heykellerin insan figürü olduğu düşünülüyor. İlkel el aletlerinden başka bir aletin olmadığı o dönemde sütunların nasıl taşındığı ve dikildiği arkeologlar tarafından henüz çözülemedi. İnsanlığın avcı toplayıcı döneminde yerleşim ve tarım kavramlarından çok uzak olduğu 12 bin yıl öncesinde bu yapıların nasıl tasarlandığı sorusu da henüz cevaplanmadı, neden gömüldüğü de... Belki tüm bu sorular cevabını bulduğunda insanlık tarihi yeniden yazılacak. Şu an Alman kazı ekibi hummalı bir çalışma içerisinde.
Arazinin sahibi Mahmut Bey, bize burada ilk önce küçük heykellerin bulunduğunu, sonra bunları müzede gören alman arkeologların bulunan yeri kazmalarıyla ortaya çıktığını anlatıyor. Görebilmek için biraz daha beklemek ve sabretmek zorundayız. Benim gibi sabredemeyenler özel izinle girse bile tamamen kapalı inşaat alanında bir şey göremiyor. Bu tarihlerde açık olacağı duyurulan Göbeklitepe'nin Alman arkeologlarının çok titiz çalışmaları sebebiyle açılışı uzamış. Şu an buraya sadece özel araçlarla gidilebiliyor. Göbeklitepe'ye yaklaştıkça yol boyunca T şeklinde bloklar görüyorsunuz. Kazıda bulunan heykellere atfen konulmuş diye düşünüyorum.
Urfa merkezde bir yemek molasından sonra Balıklıgöl'e koşuyoruz. Cami içinde ufak bir tadilat var. İbrahim Peygamberin ateşe atıldığında düştüğü yer olarak bilinen göl, kutsal olduğu düşünülen balıklarla dolu. Ezan sesleri altında balık havuzunu, kocaman balıkları seyrediyoruz. Bu göl kutsal balıkları ve çevresindeki tarihi eserleriyle Şanlıurfa'nın en çok ziyaretçi çeken yerlerinden. Yerel halkın yöreye özel kıyafetleriyle havuzun etrafında dolaşmalarına bayılıyorum. 5 liraya aldığımız yemlerle balıkları besliyoruz. Hava çok güzel. Burada fotoğraflarımızı çekip doyduktan sonra Urfa çarşısının içinde dolaşıyoruz. Çeşit çeşit isotlar, salçalar, baharatlar, kumaşçılar... İnsan kendini kaybediyor gerçekten. "Taşıyamam!" diyenlere kart veriyorlar, kargoyla yolluyorlar. Aklınızda bulunsun...
Çarşıyı da hızlıca gezdikten sonra iki kadın Halfeti yolundayız. Arabamızın olması çok büyük şans. Urfa'dan yaklaşık iki saat mesafedeki eski Halfeti'ye gidiyoruz. Yolda tabelalar sizi yönlendiriyor. Yolda ilerlerken ilk defa dalında pamuk görüyoruz. Pamuk tarlaları uçsuz bucaksız. Hemen tarlaya dalıp elimizle dokunup fotoğraflar çekiyoruz.
Marketten paket içinde alınan bir ürünü daha dalında görmenin mutluluğu bir başkaymış. Halfeti'ye inerken bir seyir terası var. Oradan manzara müthiş. Kıvrıla kıvrıla indiğimiz yolda aracımızı park eder etmez hemen gönüllü rehberler yanınıza gelip anlatmaya başlıyorlar. Sürekli göstererek "Burası okuldu, şurası evdi!" diye anlatıyorlar.
Halfeti deyince paylaşılan fotoğraflar hep sular altında kalmış bir cami ve minaresinden oluşur ya, aslında orası Savaşan köyü. Oraya tekne turuyla gidebiliyorsunuz. Kişi başı 15 lira ödeyerek bindiğiniz tekne turunda biraz ilerleyince Ankara havalarından ve pek çok yöreden şarkılar türküler eşliğinde ilerliyorsunuz. Rum Kale'nin oraya gelince sizi bilgilendiren bir bant kaydı devreye giriyor. Dicle -Nehri'nden sonra Fırat Nehri'nde olmanın keyfini çıkartıyorum. Bu zamanlar biraz rüzgarlı olurmuş buraları. Üşümemize bir şal yeterli oluyor. Suların içinde kıvrıla kıvrıla ilerleyip fotoğraflarda Halfeti deyince görmeye aşina olduğumuz minareyi görüyoruz. Burada bir bant kaydı daha devreye giriyor. "Gün gelecek bu caminin üstünde rakı sofraları kurulacak, gün gelecek buradan çıplak yüzenler olacak" diye anlatmaya başlıyor. Çok garipsiyoruz. Kimsenin öyle şeyler yapacağını düşünmüyorum. Çok kısa kalıyor asıl görmek istediğimiz yerde ve devamlı hareket halinde.
Fotoğraflar: Bahar Gündoğdu Düzgün bir fotoğraf çıkartabilmek pek mümkün olamıyor. Gün batımına denk gelip manzaraların tadını çıkartıyoruz. Toplam bir saat sürüyor. Teknelerin kalktığı yerde pek çok balık restoranı var. Ama yazın giden arkadaşlarımdan dinlediğim bir kahvaltıya, üç beş zeytine 90 lira ödediklerini ve sakın orada bir şey yeme demelerini hatırlayıp, yol boyunca fıstık ağaçlarının eşiliğinde manzaralara doya doya Halfeti'ye veda ediyoruz. Umarım Göbeklitepe açılacağı zaman Urfa'ya daha uzun süreli gelebilirim...
Kaynak: Bahar GÜNDOĞDU / Instagram: @nerdesinbahar
Henüz kimse yorum yapmamış, ilk yorum yapan siz olun.