Düşünüyorum da ne güzeldik biz eskiden yürekler iç içeyken herkes iç içe birlik beraberlik içinde komşusunun derdiyle üzülür mutluluğuna da sevinirdi Evlerde birbirine bitişik damlar yan yana yani istesen mahallenin bi ucundan öbür ucuna gidilirdi. Akşam üstleri damlar sulanır süpürülür yataklar dama taşınır aynı saatlerde komşuların çoğu damlarda kısaca sohbet edilirdi. Gün içinde yapılanlar anlatılır, yarın ki yemek tüyoları alınırdı.
Dama serilen kilimlerin üzerine sofralar serilir evin büyükleri baş tarafta yerini alırdı. Ya çocuklara ne demeli sokaktan zorla alınır eli yüzü yıkanır daha yemek ağzındayken boynu bükülür yer tahtası yataklara uzatılır mutlu uyurlardı.
Şimdiki gibi üzerine bombalar yağdırılarak korkudan uyumazlardı. Acıyı, mutluluğu paylaşırken bile çok zariftik biz ,mahallede biri ölse herkes evini açar taziye için kimin evi müsaitse büyükse orda yapılırdı. Bir kaç kişi yemeklerden sorumlu olur köyün veya mahallenin büyükleri en az 3 gün orda kalır hane halkına teselli verir, gelen misafirlere yer gösterir hoş geldin yapar sahiplenirdi acısını.
Ya komşular ölü sahibinden utanırdı. Günlerce çamaşır yıkamaz, televizyon açmaz, hamama düğüne pikniğe gitmez , makyaj yapmaz ve renkli yeni gezmelik kıyafet giymezlerdi. Hatta taziye sahibi aynı kıyafeti gece yıkar kurutur yine giyer ölüsünün 40'ı çıkana kadar değişmezdi.. Bizim evi hatırlıyorum da damı yoktu.
Çardak lı 2 odadan oluşan önünde balkon gibi bir yer vardı. Çok büyük değildi Urfa da hayat denirdi ki gerçekten hayat vardı. Avlusunda tahtlarda yatardık. Babam memurdu bu yüzden akşam yemeklerimiz hep aynı saatlerde olurdu. Yemekten kalkar kalkmaz dedemle ninem bize gelirlerdi. Yemekten sonraki çayla beraber babamın kitap okuması başlardı arkası yarın gibi. Bu sürekli böyleydi.
Hemen hemen her gece ne kadar sürer görmez çok geçmeden uyurdum. Sadece okuma adına tek hatırladığım Battalgazi kitabında çok az olan atlılar savaşmak için gelirken dallardan atlarına kanatlar gibi bağladıkları tozu dumana katarak gelirken düşmanın korkup kaçtığıydı. Ayrıca teyzemler de bize yakın otururlardı ama dedemler bizi hep tercih ederlerdi. Babam küçük bir bahçe yapmış avlunun köşesine ve o zamanlar görülmemiş değişik açan çiçeklerden donatmıştı.
Gelin tacı, saat çiçeği ve Japon gülü vardı. Küçük ve özenerek yapılan bahçenin kenarına renkli floresan yani şimdiki Led ışıklar gibi ışıklandırmıştı. İçine de bana büyük bir salıncak yapmıştı. Evin etrafını nezih bir kafeteryayı andırır şekilde ışıklandırmıştı. Öyle evimize herkes istediği saatte gelemezdi. Babam disiplinli seviyeli olduğu için mahalleli çekinirdi ama resmi bir işleri olduğunda babama sorarlardı mutlaka. Ayrıca bana da sokakta oynamak yasaktı. Hatta arkadaşım Kezibana imreniyordum.
Babasının kamyonu vardı işe gittiğinde bir kaç gün eve gelmezdi. Keşke benimde babam şoför olsa derdim . Ne güzel sokakta oynardım diye çokta içimden geçirmedim değil . Keziban in babası her hafta sonu kamyonunu mahallenin meydanına getirir herkes eşyasını alır kamyona binerdi pikniğe gidilirdi. Menfaatsiz, çıkarsız sevgiyi yürekten verirken arkadaşımın babasının kocamandı yüreği.
Yardımlaşmanın ne demek olduğunun bilincini arar olduk. Bugün bile halen Urfa da kalan komşularımızla görüşüyor hasretle kucaklaşıyoruz. Gördüğümüzde günümüzdeki deyimiyle sanki doğal katkısız organik gibi ve geçmişimle beraber beni anamı babamı biliyor kendilerinin bir parçası olarak görüyorlar.
Sonuç olarak Bir lokma ekmeği bölüşürken, komşularımızın yanından selamsız sabahsız geçmezken, Sevmek ve sevilmek ayaklar altına alınmamışken Ne Güzeldik biz eskiden, ama çok eskiden...! Şimdiye bakıyorum biz niye böyle olduk diye düşünmeden edemiyorum. Artık kimse kimseyi sormuyor, samimi değil, neme lazımcılık ,aman benim derdim başımdan aşmış birde onumu düşünemem vs. Çok tasvip etmesem de biz eskiden daha güzeldik çünkü Urfanın usulü buydu. Sahi ne oldu bize böyle ?.....